Bakan Avcı, Ülke TV’ye konuk oldu  
Bakan Avcı, Ülke TV’ye konuk oldu

Bakan Avcı, Ülke TV’ye konuk oldu

Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Ülke TV’de canlı olarak yayımlanan “Akşam Baskısı” programına konuk oldu. 

Bakan Avcı, Ülke TV’ye konuk oldu

Bakan Avcı’nın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:

 

Akademisyenlerin kaçı imza attıkları bildiriyi okudu?

“Ben okudum da, bu bildiri imzalayan akademiklerin kaçı okudu, ondan emin değilim doğrusu. Hepsini tabi tanımıyorum, içlerinde tanıdığım insanlar var ve onların gerçekten bu bildiriyi şöyle salim kafayla okumuş olmaları halinde bu bildirinin altına imza atmayacaklarını, atamayacaklarını zannettiğim insanlar var. Birçok bakımdan bu bildiri ibretlik bir bildiri. En baştan bildiriyi kimin yazdığını bilmiyoruz. Yani bin küsur akademik… Şimdi akademik deyince, yani istiskal için böyle kullandığımı zannedebilirler. Bu, Cevat Çapa’nın uyarası yıllar önce; akademisyen diye Fransız Akademisi’nin üyelerine denirmiş, akademik de işte üniversitelerde görev yapan. Ama Türkçede akademisyen diye yerleşti, biz de öyle kullanalım peki. 

 

Bu akademisyenler altına imza attıkları bu bildiriyi kimin hazırladığını biliyorlar mı bilmiyorum, ama biz bilmiyoruz.

 

Kim öncülük etti, bu metni kim kaleme aldı? Çünkü bin küsur akademisyenin bir araya gelip bir metin üzerinde anlaşmalarının ne kadar imkansız bir şey olduğunu herhangi bir akademik kurulda görev yapmış olan herkes bilir. Yani bırakın bin küsur akademisyeni, 3-5 akademisyen, yani 10 akademisyen biraraya geldiği zaman bile 2 kere 2’nin 4 edip etmediği konusunda tartışma çıkar, çıkması da gerekir.

 

Bir kısmının naif bir biçimde, yani burada barıştan söz ediliyor, işte insanlar ölmesin, yani, her vicdan sahibi insanın, her vatandaşın ‘tabi öyle olmalı’ diyeceği birtakım sloganlardan ibaret bir bildiri gibi algıladıklarını, biraz mahalle baskısı, biraz eş-dost etkisiyle, bir kısmı için; ama bir kısmının bilerek, isteyerek, taammüden bu bildiriyi imzaladıklarından da eminim. Ama en azından insan, hele bir akademisyen altına imza atacağı bir metni kimin hazırladığını bilmek ister. Bu metni dolaşıma sokanların da bu kadar mahcup davranmayıp, insanlara bir öneride bulundukları zaman, biz Ahmet olarak, Ayşe olarak, Ali olarak, Veli olarak, her neyse, böyle düşünüyoruz, eğer siz de bizim gibi düşünüyorsanız gelin bunun altına siz de imza atın diye açık bir zeminde bu işi gerçekleştirmeleri gerekir, ama öyle olmadığı anlaşılıyor. Bir defa burada bir sakatlık var.

 

Sahibi belli değil, yani burada bir anonimleştirme çabası, özellikle anonimleştirerek -bu linç kültüründe de olan bir şeydir- sorumluluktan kaçmak veya sorumluluğu başkalarının omuzu üzerinden yürütmeye çalışmak.

 

Evet, ben bildiriyi okudum, yani kamuoyunda da çok tartışılıyor ama insanlar merak da ediyorlardır, yani ben tartışmalar sırasında bildirinin metnine bir atıfta bulunarak yapılan tartışmayı çok az gördüm.

 

Ne diyor? ‘Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız.’ Bildirinin başlığı bu, böyle başlıyor. Demek ki, bu kendilerini akademisyen ve araştırmacı olarak takdim eden insanlar ki öyleler, evet, işte baktığınız zaman birtakım üniversitelerde veya araştırma kuruluşlarında görev yapan veya öğrenim gören doktora öğrencileri filan da var çünkü. Bunlar bir suç belirlemişler, bir suça karar vermişler, yani birileri bir suç işliyor, çünkü bu ülkenin akademisyen ve araştırmaları bu suça ortak olmayacağız, bu suç dedikleri ortada bir suç var, onlar da bu suça ortak istemiyorlar, güzel.

 

O suç nedir? Şimdi bildiriden ona bakalım. Türkiye Cumhuriyeti, -özne Türkiye Cumhuriyeti- vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkum etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak yaşam hakkı, özgürlük ve güven hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir; birinci suç.

 

Türkiye Cumhuriyeti böyle bir suç işliyor!

Bu kasıtlı ve planlı kıyım, Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin uluslararası anlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarını da ağır bir ihlal niteliğindedir. Sadece burada değil, uluslararası hukuk açısından da bir suç işliyor. Kim işliyor? Türkiye Cumhuriyeti!

 

Devletin -Türkiye Cumhuriyeti Devleti yani- ‘başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.’

 

Demek ki ne yapıyormuş Türkiye Cumhuriyeti? Başta Kürt halkı olmak üzere bütün bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün, katliam yapıyor ve bilinçli, planlı bir de sürgün politikası uyguluyor! Şimdi bu gerçekten uluslararası hukukta işte üç aşağı-beş yukarı soykırım tanımıdır, yani Türkiye Cumhuriyeti’ni bu bildiriye imza atanlar farkındalar mı, değiller mi bilmiyorum, ama hazırlayan bunun farkında olarak hazırladıkları belli kimse onlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni soykırımla suçluyorlar.

 

Başka vahim şeyler de var

‘Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, Hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz.’

 

Bir de burada ‘Kürt siyasi iradesi’ diye ayrı bir özne tanımlanıyor. Kürt siyasi iradesinin kim olduğunu…

 

‘Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını hazırlayın.’

 

Ve bu gözlem … ‘bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz.’

 

Şimdi önce Türkiye Cumhuriyeti’ni bilinçli bir katliam, sadece Kürtlere de değil bütün bölge halklarına karşı katliam uyguluyor, planlı, bilinçli bir sürgün politikası uyguluyor, ama buna rağmen merhamet ediyorlar, anlayış gösteriyorlar, bundan vazgeç, -yani sanki bu suç, tamam, özür dilerim, vazgeçtim- ondan sonra da biz bağımsız gözlemciler olarak Kürt siyasi iradesiyle sizin aranızda gönüllü gözlemci olarak görev alacağız. Şimdi bunun ne uluslararası ilişkiler literatürüyle, ne siyaset bilimiyle, ne uluslararası hukukla, ne ulusal hukukla iler tutar yanı olmayan peş peşe gelmiş cümleler.

 

Bir de şöyle bir şey var: Şimdi bir; olgusal olarak bunu Başbakan da müteaddit defalar farklı yerlerde yaptığı konuşmalarında vurguladı.

 

Olgusal gerçek bu mu, Türkiye’de, vaka bu mu, gerçek bu mu? Şimdi suç kavramı hukuki bir kavramdır. Bilimde doğrular vardır, yanlışlar vardır. Ama kendilerini akademisyen ve araştırmacı olarak tanımlayan bu insanlar meseleye nasıl bakmaları gerekir? Doğrular ve yanlışlar, önce oradan bakmaları gerekir. Peki, bunlar doğru mu? Gerçekten orada hiç başka bir şey yok, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti belli bir etnik gruba, sadece belli bir etnik grubu da değil, bölgedeki bütün etnik gruplara yönelik bilinçli bir katliam uyguluyor, bilinçli bir sürgün politikası uyguluyor.

 

Peki, bu sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerde, mahallerde başka ne oluyor ve bunları kim yapıyor?”

 

“Bombalı tuzaklar, taranan servis araçları, yakılan okullar: bunları kim yapıyor?”

“Hendekler, işte o çukurlar, bombalı tuzaklar, okullara atılan molotof kokteylleri, yakılan okullarımız, sokaklara döşenmiş olan patlayıcılar, taranan servis araçları, hastanelere yapılan saldırılar, bütün bunları kim yapıyor ve niye yapıyor, bunlar yok. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti aklına esmiş veya böyle düşünmüş, taşınmış karar vermiş ve Kürtlere ve bölgede yaşayan başka halklara bilinçli bir katliam politikası uygulamaya karar vermiş. Ne zaman? İşte 23 Temmuz’dan itibaren!

 

Peki, o sırada başka ne olmuş? O sırada PKK devrimci halk savaşı ilan etmiş mi? Bazı ilçelerde, mahallelerde özerklik adı altında silahlı insanlarla giriş-çıkışları kontrol etmeye, oradaki insanlardan haraç toplamaya, hatta oradaki insanları kendi kafasına göre birtakım yerlerde yargılamaya, cezalandırmaya yeltenmiş mi, yapmış mı bunları? Evet, bunları yaptı, ve hala da yapıyor.

 

Bunların hiçbiri olmamış, bunların hiçbiri yok. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 2,5 milyon Suriye’den, Irak’tan kaçan Kürt, Türkmen, Arap, Ezidi, Süryani insanı diline, ırkına, etnisitesine, cinsiyetine, yaşına, mesleğine, gelirine-giderine, rengine bakmadan misafir eden, onları belli koşullarda kamplarda ağırlayan, çocukları için eğitimler örgütleyen, yetişkinleri için meslek edindirme kursları açan, 3 öğün yemek veren, onları meslek sahibi yapmaya çalışan ve gelen herkesin yerli-yabancı, Avrupa Birliği’nden, Amerika’dan, dünyanın neresinden gelirse gelsin gelen insanların ellerini cebine atmadan ‘Türkiye’yi çok takdir ediyoruz, Türkiye’ye aferin, çok güzel, Türkiye gerçekten sığınmacılara olağanüstü insanlık yapıyor.’ diye övgüler düzdükleri bir ülke.

 

Ve bu ülkenin akademisyenleri, araştırmacıları bunları yapan Türkiye Cumhuriyeti’ne bir katliam yakıştırması yapıyorlar.

 

Şimdi soruyorlar, ‘efendim, Cumhurbaşkanı bu işe niye müdahil oluyor veya bu niye hukuki bir zemine taşınmak isteniyor? Bildirinin başlığında yer alan suç kavramı hukuki bir kavramdır. Yani dünyanın neresinde de olursa olsun, akademisyen…’

 

Görüş açıklama değil. Burada savcının yapması gereken şu: Siz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni katliamla, planlı, bilinçli sürgün politikası uygulamakla suçluyorsunuz, bir suç isnat ediyorsunuz. Şimdi ben size herhangi bir suç isnat etsem, içinde bulunduğum bu kuruma bir suç isnat etsem ne yaparsanız? Beni ispata davet edersiniz veya beni size iftira etmekten ötürü mahkemeye verirsiniz. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti bir suç isnadıyla karşı karşıya.

 

Cumhurbaşkanı devleti temsil eder ve önce Cumhurbaşkanının bu isnatla ilgili bu insanlara sorması gerekir, soruyor da nitekim.

 

Şikâyetçi olan devlet adına. Yani madem böyle bir isnat var, bu insanlar böyle bir isnatta bulunuyorlar, savcı bunu ihbar kabul eder, kimse yazan bunu, onlara, siz böyle bir isnatta bulunuyorsunuz, neye dayanarak bunu yapıyorsunuz, aslı, esası ne, delileriniz ne? Eğer yoksa o zaman devlete iftira etmiş oluyorsunuz, Türk Devleti’nin manevi şahsiyetini … Üstelik hepsi uluslararası suç bunların söylediği...

 

Dolayısıyla, burada hukuki bir zemin oluşacaksa ki oluşuyor, işte anladığım kadarıyla savcılar da soranlar da oluyor, ama bunu sormaları lazım, siz neye dayanarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni soykırım tanımına sokulabilecek suçlarla suçluyorsunuz?”

 

“Akademisyenler görüş açıklamıyor, devlete suç isnat ediyor”

“Bu bir görüş, açıklama değil, suç isnat ediyorsunuz.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne suç isnat ediyorsunuz. Ondan sonra da bunu sanki sıradan bir şey yapmış gibi de, şimdi biz de gelelim sizi tarafsız gözlemci olarak, bu kadar şeyi söyledikten sonra, tarafsız gözlemci olarak biz de sizinle kim olduğu belli olmayan ‘Kürt siyasi iradesi’yle sizin aranızda gözlemci olarak… Burada müzakere görüşmeleri gibi abuk sabuk laflar da var.

 

Gerçekten üzüldüm. Biraz aklı başında sakin kafayla okuyan bir insanın, ‘ya bunu böyle diyoruz ama bak bu işin sonu buraya kadar gider’ filan diye arkadaşlarını ikaz etmesi gereken cümleler bunlar. Dolayısıyla, ben bunun 3-5 kişiyle bir araya gelerek yapılmış bir metin olduğunu da zannetmiyorum. Olsa, en az 3 tane akademisyen bir araya gelir, 5 tane akademisyen bir araya gelerek bir metin üzerinde çalışsa birileri mutlaka bunlara işaret ederdi, şu benim düşündüklerimi, söylediklerini herhalde onlar da söylerlerdi. En azından, ‘böyle yaptığımız zaman biz buraya bir suç koymuş oluyoruz, bir suç tanımlıyoruz, bununla ilgili elimizde ne var, ne yok ona bir bakalım, ortada bir de olup-biten hadiseler var, olgusal gerçekler var’, bunları konuşmuş olmaları gerekirdi. Bunların konuşulmadığı, birilerinin bunu internete koyarak zaten imzaya açmışlar. Bildiğim kadarıyla ve buradaki imzası olan bazı insanlar da o yüzden imzalarını geri çekmeye başladılar. Herhalde onlar da ‘ya biz böyle bilmiyorduk’ filan düşünerek geri çekiyor olabilirler. Yoksa, tabi ki hükümetin veya devletin politikaları tartışılabilir.

 

Yani şunu deseler o bile anlaşılabilir: Böyle yorumlanabilecek faaliyet, bunu araştıralım. Araştırmacı diyor ama, araştırma önerisi yok burada, burada bir hüküm var, bir suç var, bu suçu Türkiye Cumhuriyeti işlemiş, bu insanlar da o suça ortak olmamak için can havliyle böyle bir bildiri hazırlamışlar.

 

Muhtemelen onlara giden bilgiler de bu kanallardan gittiği için, ‘işte Türkiye’de hükümetin politikalarını eleştiren birtakım akademisyenler, savcılar tarafından gözaltına alınıyor veya ifadeye çağırılıyor’ gibi bir enformasyon neticesinde bu açıklamaları yapmış olabilirler.

 

Bunu okuduğunuz zaman burada bir hukuki sorun ortaya çıkıyor, birileri birilerine bir suç isnat ediyor, o isnat edenler ispat etmek zorundalar, yani bunun delillerini ortaya koymaya davet edilebilirler, bunu söylüyorum, edilmelidirler.”

 

“Bölgede örgütten kaçan insanlar Ankara’ya İstanbul’a geliyor”

‘Siz ne diyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti nerede ne yaparak planlı kıyım yapmış, bilinçli bir sürgün politikası’!..  Şimdi bölgeden kaçan insanlar var, doğru; ama bundan kimden kaçıyorlar? Bölgeden kaçanları kimler yaylım ateşine tutuyorlar. Oradaki örgütün baskıdan kaçan insanlar nereye gidiyorlar? Ankara’ya geliyorlar, İstanbul’a geliyorlar, Aydın’a geliyorlar, İzmir’e geliyorlar. Yani böyle bir devlet politikası olabilir mi? Bilinçli sürgün yapacaksınız ve ondan sonra Türkiye’nin dört bir tarafına bu insanları!..

 

Evet, bunu okumak ve okutmak lazım. İnsanlar gerçekten kimin ne dediğini, neye dayanarak söylediğini bilsinler ve ona göre hükümlerini versinler. Ama dediğim gibi, önce eğer bugüne kadar hala yapmadılarsa ki bazılarının yapmadığını ben tahmin ediyorum, şu bildiriyi baştan sona bu gözle okusunlar, en azından şu söylediklerim açısından. Aralarında hukukçular da var, yani suç nedir, etnik kıyım nedir, kasıtlı ve planlı kıyım nedir, bölge halklarına karşı gerçekleştirilen katliam ve uygulamadığı bilinçli sürgün politikası demek hukukta ne anlama gelir, hukuki karşılığı nedir bunun, bunları düşünerek bir daha baksınlar, bunu söylüyorum.

 

Yani bu akademiyada bu tür şeyler vardır, yani kefaletler vardır. ‘İşte sen imzaladıysan ben niye imzalamayayım, tabi ben de imzalarım’ gibi zincirleme bir şey olabilir.

 

Müzakere görüşmeleri diyor mesela, en azından bunu düzeltir insan, müzakereyle görüşme arasında; neyse işte…

 

Şimdi burada hani görüş açıklamak filan deniyor ya, tabi ki insanlar görüşmelerini açıklayabilirler. Bakın, HAK-PAR diye bir parti var, bu parti ne istiyor? Tüzüğünde, programında federasyon istiyor. Anayasa Mahkemesi’nde dava açıldı, yani federasyon istemek, Anayasa Mahkemesi dedi ki, hayır, bu yüzden kapatılamaz, kapatmadı.

 

Son seçimlerde HAK-PAR sözcüsü radyolarda, televizyonlarda partilere ayrılan konuşma süresinde federasyon taleplerini dile getirdi, Kürtçe dile getirdi, Kürtçe söyledi bunları, hiçbir Allah’ın kulu da sen ne diyorsun, suç işledin, gel bakalım buraya demedi. Yani şiddete başvurmamak koşuluyla her şeyin konuşulabileceği, görüşülebileceği bir ülke. Meclis’te de aynı şeklide, Meclis’te bugün hiç kimseye sen niye öyle diyorsun, niye böyle diyorsun diye soran olmuyor görüşlerinden ötürü. Ama şiddet!.. Nefret söylemleri.”

 

Bölgedeki öğrenci sayımız, Şırnak’ta 150 bin toplam öğrencilerimiz var, ilçelerdeki sokağa çıkma yasağından etkilenen öğrencilerimiz Cizre’de 42 bin 850, Silopi’de 37 bin 306, yani 79 bin, 80 bin. Sur’da da 11 bin.  Toplam 91 bin civarında. Sur’daki öğrencilerimizin yalnız büyük bir bölümü, hemen tamamı diyebilirim Diyarbakır’ın sorunsuz mahallelerine, yani en azından tehdit altında olmayan okullarımıza nakledilerek orada telafi edilmiş oldu.

 

Güneydoğu’daki okullarda telafi eğitimi

“İnşallah onlarla ilgili planlamalarımızı yaptık, geçen Perşembe günü Mardin’de bununla ilgili son toplantımızı yaptık. Daha önce 31 Aralık-1 Ocak, yani yılbaşında biz Van’daydık, yani bu bildiriye imza atan arkadaşlar o sırada neredeydiler bilmiyorum, ama Millî Eğitim Bakanlığı olarak ben ve arkadaşlarım Van’daydık, sonra Batman’a geçtik, sonra Diyarbakır’a geçtik, sonra Urfa’ya, Gaziantep’e geçtik. Orada da 15 ilden çağırdığımız millî eğitim müdürlerimizle, ilçe millî eğitim müdürlerimizle, il millî eğitim, ilçe millî eğitim müdürlerimizle, müfettiş başkanlarımızla toplantı yaptık.

 

Bunlarla ilgili her ille ilgili durumu tek tek gözden geçirdik. Dediğim gibi, Silopi, Cizre, Dargeçit, Sur, biraz Yüksekova dışında bölgenin genelinde bu 15 ilde herhangi bir aksama olmadı eğitimde.

 

 Şimdi geçen Perşembe günü de Mardin’de yaptığımız toplantıyla buraya ilgili vali yardımcılarını, kaymakamlarını çağırdık.  Diyarbakır, Şırnak ve Mardin il millî eğitim müdürleriyle, Sur, Yenişehir ilçe eğitim müdürleri, Cizre, Silopi ilçe millî eğitim müdürleri, Mardin Dargeçit, Derik, Nusaybin ilçe millî eğitim müdürlerini çağırdık ve özellikle 8’inci ve 12’nci sınıfta olup da bu arada eğitimini aksatmış olan öğrencilerimiz, kendileri aksatmadılar, terör örgütü tarafından eğitimlerine mani olunmuş olan öğrencilerimizin nasıl bir telafi eğitimiyle yetiştirilmeleri gerektiği konusunda gerekli planlamaları yaptık. Şimdi yarıyıl tatilinde bu öğrencilerimizi tatil münasebetiyle elverişi hale gelen okullarımızda, pansiyonu olan yatılı olarak misafir edebileceğimiz okullarımızda telafi eğitimine alacağız 8’inci ve 12’nci sınıf öğrencilerini. Şimdi tek tek o öğrencilerin aileleriyle temas kuruluyor ve onlara çocuğumuzu biz şurada şöyle bir telafi eğitimine almak istiyoruz…”

 

“Telafi eğitimine mani olan insanlar var”

“Mani olmaya çalışan insanlar var, ama buna rağmen bölge insanı neyi niçin yaptığımızı, devletin ne yaptığını;  PKK’nın ne yaptığını, PKK yandaşlarının ne yaptığını biliyor!..

 

Çocuklarımızın inşallah biz bu süre içerisinde telafi eğitimlerini yapmış olacağız.

 

Ayrıca bununla yetinmeyeceğiz tabi, ikinci yarıyılda da hem diğer sınıflardaki, yani 8 ve 12’nci sınıf dışındaki öğrencilerimizi, hem de yine 8 ve 12’leri hafta sonu kurslarıyla, ders saatlerinden sonra hafta içi kurslarıyla, hızlandırılmış, yoğunlaştırılmış telafi dersleriyle yerleştirmeye çalışacağız.

 

Şimdi burada son temel eğitimden ortaöğretime geçiş sınavlarının sonuçlarını açıkladığımızda siz de gördünüz belki, bölgede pek çok çocuğumuz tam puan aldı.

 

Mardin’de de var, Akşehir’de de var, Nevşehir’de de var, başka illerimizde de var bütün soruları yapan. Ve bunlar ne dershane, ne şu-bu, sadece okullarında aldıkları eğitimle ve kendi bireysel evlerinde yaptıkları çalışmalarla başarılı olduklarını zaten kendileri de söylüyorlar; o sevindirici tabi. Ama biz bütün çocuklarımızın 180 iş günü eğitim alma haklarını sonuna kadar sağlamakta kararlıyız.

 

İşte Silopi şimdi büyük ölçüde rahatlamış durumda, diğer ilçelerimizde de bir rahatlama olacağını tahmin ediyorum. Biz eğitimin akması halinde bu sömestr tatilinde yaptığımız uygulamadan da alacağımız geri dönüşlerle bu tür telafi mekanizmalarını ikinci yarıda da gerekirse devreye koyacağız.”

 

Yarıyıl tatilinde öğrencilere ödev verilmemesi genelesi

“Çok zevkle imzaladığım bir genelge o. Bazı veliler bundan hoşnut değiller, onu biliyorum. Ama biz haklıyız, yani çocuklar ve biz haklıyız. Bu yarıyıl tatili zaten bunun için veriliyor çocuklar dinlensinler, eğlensinler, işte başka şeylerle de meşgul olabilsinler, oyun çağındakiler oyunlarını oynasınlar, başka sanatsal, sportif, kültürel faaliyetlerde bulunsunlar, aile büyüklerini ziyaret etsinler, arkadaşlarıyla daha çok beraber olsunlar, dinlensinler istiyoruz, tatiller de bunun içindir zaten. Ama bazı velilerimiz çocukları bir türlü rahat bırakmıyorlar, onlara biraz da birer proje gibi bakıyorlar, kendi olamadıkları şeyleri illa onlar olacakmış gibi, onları oldurmak için çocuklara fazla yükleniyorlar, böyle yaparak da daha iyi annelik ve babalık yaptıklarını düşünüyorlar.

 

Çocuklar kitabın kapağı açmasınlar, hiçbir şey yapmasınlar, yasak demiyoruz, ama…

 

Başka kitaplar okusunlar, öğretmenlerinin tavsiye ettiği başka kitaplar olabilir, ama sınava çekmek üzere değil. ‘Bak bu güzel bir kitap, sen de bunu tatilde okursan hoşuna gider’ müeyyidesi olmayan, bir yaptırımı olmayan, döndüğü zaman, bak okudun mu, okumadın mı imtihan edeceğim diye baskı altında okumayacakları kitapları okusunlar.”

 

“Müfredatla ilgili daha köklü reformlar yapacağız”

“Bir de bizim, daha önce başka vesilelerle de söyledik; müfredatımızda gerekli düzenlemeleri yapıyoruz, daha da yapacağız, daha köklü reformlar yapacağız müfredatla ilgili. Ama müfredatımızın ağırlığının farkındayız, çocuklarımız yoruluyorlar, öğretmenlerimiz de yoruluyorlar, dinlensinler, dinlensinler ki ikinci yarıda daha verimli çalışsınlar.

 

Bir de o genelgede başka bir konu daha var; onu da bir kere daha vurgulamakta fayda var. Daha doğrusu iki konu var. Bir tanesi; bu karnenin ne manaya geldiğini, yani karne çocuklarımızın böyle bütün performanslarını değerlendiren bir belge falan değil, çocuklar hakkında ailelerinin ve kendilerinin bir fikir sahibi olmasını sağlayan, pekâlâ telafi edilebilir, orada bekledikleri kadar başarılı görmüyorlarsa veliler karneleri çocuklara hemen şey yapmasınlar…

 

Değildir, çocuklar birinci dönem böyledir, ikinci dönem düzeltirler, bunu problem yapmamalarını özellikle velilerden rica ediyorum. Bir de, o genelgede öğretmenlerimize şunu özellikle hatırlattık: Çocuklara markalar vererek şu kırtasiyeden şu marka veya isim vererek, yayınevi isimleri vererek şu yardımcı kitap, bu yardımcı kitap gibi yönlendirmeler yapmayacaksınız dedi. Bu da var o genelgenin içerisinde. Çocukları ve aileleri masrafa sokacak, üstelik böyle adres göstererek ‘şuradan gidin, şu marka…’ Yapan olursa biz ne yapacağımızı biliyoruz.

 

Onlar zaten okul yönetimlerine, eğer oraya da ulaşamıyorsa ilçe müdürlüklerine, oraya da ulaşamıyorsa il müdürlüklerine, oraya da ulaşamıyorsa bize bildirirlerse biz de gereğini yaparız.

 

Kırtasiye malzemesi, yani şöyle tabii ki işte defter al, kalem al diyecek tabii öğretmen ihtiyaçlara, ama bazı yerlerde marka filan tanımlanarak böyle şeyler yapıldığına dair duyumlar geliyor, onun için onu yapmasınlar diye bir kere daha uyardık.”

 

“Ödev, bir eğitim aracıdır, ama bir yük, bir angarya değil”

“Şimdi ödev, bir eğitim aracı mıdır? Evet, bir eğitim aracıdır. Ama bir yük, bir angarya gibi algılanıp verilirse ve alınırsa, o zaman eğitimsel amaçlarını sağlamaz. Yani ödev çocuğun okul dışında da bazı ilgilerini, meraklarını diri tutmayı, onları bu konulara biraz daha yönlendirmeyi amaçlayan bir eğitsel araçtır aslında. Bu aracının dışına çıkıp da okulda yapılması gereken şeyleri eve transfer edersek, o zaman zaten böyle yapılan ödevlerin büyük bir bölümünü kimin yaptığını da biz çok iyi biliyoruz. (Gülüşmeler) Siz de güldüğünüze göre siz de biliyorsunuz. Onun için biz öğrencilerimizin ve velilerimizin böyle angarya, ağlaya ağlaya veya kahrede kahrede ödev yapmalarını istemiyoruz. Öğretmenlerimiz de bu hizmet içi eğitimlerde bir ödevin hangi amaçla, hangi ölçüde, hangi dozda verilirse çocuklar için yararlı, hangi dozda verilirse angaryaya dönüşecek şeyler olduğunu bilirler, öğreniyorlar, öğrenecekler.”

 

“TEOG saldırıya uğramış olsa da oturdu”

“ (TEOG) Bizce sağdan-soldan çok saldırıya uğramış olmasına rağmen oturdu. Şimdi saldırı derken neyi kastettiğimi söyleyeyim; bakın bu sınavlarla ilgili her dönem mahkemelerde davalar açılıyor, bunlar çok sistematik, yani zaman zaman tabii bazı veliler iyi niyetle bu soru yanlıştı, öyle olmasa böyle olsa falan diye düşünerek iyi niyetli velilerin açtıkları davaları kastetmiyorum. Ama özellikle dershane soygununa son verdikten sonra bu kesimden bu sınavlara yönelik ciddi taciz atışları var.

 

Evet, paralel yapıdan kaynaklanan ciddi tacizler var, her dönemde birkaç sorumuzla ilgili dava açılıyor. Niye açılıyor? Dava sonuçlanana kadar biz sınav sonuçlarını açıklayamıyoruz veya biz sınav sonuçlarını açıkladıktan sonra bir mahkeme –eskiden bahsediyorum - karar verirse ki öyle yapıyorlardı genellikle, 1 milyon 300 bin çocuk ve aileleri bir anda terörize ediliyorlar, şimdi ne olacak; bunun için yapılıyor zaten bu iş. Bakın ilk yaşadığımız örnek, SBS sınavının iptaliyledir, yani benden önce son defa yapılan SBS sınavına ilişkin bir iptal davası açıldı, ilgili mahkeme yürütmeyi durdurma talebi olmasına rağmen… Yürütmeyi durdurma talebi ne demek? Yani gecikirse sıkıntı olacak, bunu bir an önce yürütmeyi durduralım, sonra esastan görüşelim demesi gerekirken, yürütmeyi durdurma talebini reddedip, yani yürütmeyi durdurmaya gerek yok diye o sorunun iptal edilmeyeceğine dair bir ön mesaj verdikten sonra Temmuz’da açılan davayı Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık, Ocak, 7,5 ay sonra, yani çocuklar karne alma, işte bugünlerdeki gibi tam karne alacakları sırada geçen yılsonunda yapılmış olan bir sınavın iptal edilmesi kararını verdi.

 

Çocukların hepsi okullara yerleştiler, sınavlarına girdiler, birinci yarı bitmek üzere, karne alacaklar bir hafta sonra iptal ediliyor.

 

Hâlbuki biz o soruyu mahkemeye güvenemediğimiz için açıkçası, mahkeme iptal ederse ne yapmamız gerekiyor idiyse onu yaptığımız için, mahkeme de ondan haberdar olmadan hala iptal ediyorum diye, biz onu yapmışız zaten, düzeltmişiz, puanlamaları da ona göre yapmışız, o soruyu iptal etmişiz, puanlamaları ona göre yapmışız ve çocukları da ona göre okula yerleştirmişiz. Mahkeme, bunu da söylediğimiz halde, buna rağmen, şimdi insanlar unutuyorlar, iki sene önce böyle kaos havası oluşturuldu. Geçen yıl bu nedenle Meclis’ten bir yasal düzenleme yaptık ivedi yargılama usullerine ilişkin kanunda, yani ivedi demek ne demek? Gecikmeksizin yargılamanın sonuçlandırılması. Orada diyoruz ki; oybirliğiyle, Bütçe Plan Komisyonunda oybirliğiyle, bütün partilere izah ettik biz bunu ve o arkadaşlar da sağ olsunlar, anlayış gösterdiler, Meclis’ten de bu böyle geçti. Ne diyor yasa? Millî Eğitim Bakanlığının ve ÖSYM’nin yaptığı sınavlara itiraz 10 gün içinde yapılır, süreler belirlemişiz. 10 gün içinde itiraz edecek itiraz edenler, mahkeme bir hafta içerisinde askıya çıkacak, idare 3 gün içerisinde savunmasını verecek, hadi yetiştiremedi üç gün daha… Sonra mahkeme işte 15 gün içinde karar verecek filan… Dolayısıyla biz de takvimimizi ona göre yapalım, çünkü biz sene başında bütün takvimimizi ilan ediyoruz.”

 

“TEOG sonuçlarını açıkladık, bundan sonra mahkemenin herhangi bir karar uygulanma kabiliyeti yoktur”

“Şimdi ne yapıyoruz? Mesela şu anda bu süre bitti, o süreye kadar yapılmış olan itirazları dikkate aldık. Yasal süre bittikten 1 gün sonra da, hatta fazlasını verdik, biz TEOG sonuçlarını açıkladık. Şimdi bu saatten sonra herhangi bir mahkemeden herhangi bir başka karar gelirse onun uygulanma kabiliyeti yoktur, hukuken de doğru değildir. Yani mahkemenin şimdi bu süreyi geçirmiş olmaktan ötürü artık görevsizlik kararı vermesi gerekir. Ama buna rağmen ben eminim taşradaki bazı mahkemelerden böyle kararlar istihsal edebilirler birileri. Onları şimdiden uyarıyorum, yasayı açıp okusunlar, ivedi yargılama usulü madde 20/b galiba. Orada süreler belli, o sürelere riayet etmek, kanun herkesi bağlar, mahkemeleri de bağlar, dolayısıyla o kanunu okuyarak kararlarını versinler. Ama veliler rahat olsunlar, biz yasal süre içerisinde yapılması gereken her şeyi, iş ve işlemleri tamamladık…

 

Şimdi karne vereceğiz ya, tam karneyi verdiğimiz gün bir mahkemeden öyle bir karar çıkartıp kafa bulandırmak isteyebilirler; onların hiç önemi yok, yani yaptırım kabiliyeti yok, uygulanabilirlik yok. Yasa belli bir süre koymuş, o süre içerisinde verilen kararlara Millî Eğitim Bakanlığı olarak biz uyarız, uyduk, bundan sonra da uyarız, mahkemelerin de aynı kanuna uymalarını bekliyoruz.”

 

30 bin öğretmen ataması başvuruları 2-8 Şubat tarihleri arasında

“Başvurular 2-8 Şubat arasında yapılacak, onaylanması 2-8 Şubat 2016’da tamamlanmış olacak. Bu başvurular bittikten sonra atama için yer belirlenecek, 11 Şubat 2016 tarihinde bunu yapacağız inşallah. Daha sonra öğretmen adaylarımızdan bu atama yerleri belli olacak 11 Şubat’ta, onlara şunu soracağız: Şimdi ikinci yarı siz oryantasyon eğitimine alınacaksınız dolayısıyla, bu oryantasyon eğitimini atandığınız ilde mi, bulunduğunuz ilde mi nerede almak istiyorsunuz?

 

15-18 Şubat tarihleri arasında da bu başvuruları alacağız, yani adaylarımız diyecekler ki ben filan yere atandım orada bu oryantasyon eğitimini görmek istiyorum veya bulunduğum ilde yapmak istiyorum. Bu tercihleri aldıktan sonra oryantasyon eğitiminde yetiştirilmek üzere il emri atamalarını yapacağız 19 Şubat 2016 tarihinde. İl emrine atananların valilikçe görev yerlerinin belirlenmesinin son günü de 22 Şubat 2016, yani biz 19 Şubat 2016’da tercihlerine bağlı olarak il emrine atayacağız, sonra da ilde valiliklerce şu okulda, şu kurumda diye onlar yerleştirilmiş olacaklar bu da 22 Şubat 2016 tarihinde başlamış olacak.

 

Branşların dağılımını ne zaman açıklayacaksınız? En geç inşallah 27 Ocak’ta açıklayacağız.

 

Türkiye genelinde ne kadar öğretmen açığımız var, yüzde kaç? Sonra o yüzdeleri branşlara da uyarlıyoruz. Bunlarda bazı illerde diyelim olağanüstü bir branş açığı var orada biraz daha fazla ilave yapabiliriz, ama bu genel ortalamayı değiştirmez. Bütün branşlara belli oranlarda, yani hepsine aşağı yukarı aynı oranda kontenjanlar ayrılmış olacak; bunu da en geç 27 Ocak’ta açıklayacağız inşallah.

 

27 Ocak’ta branşları açıklayacağız, sonra aday öğretmen arkadaşlarımız 5 gün sonra 2 Şubat’tan itibaren başvurularını yapmaya başlayacaklar, bir kere daha söyleyeyim isterseniz.  2-8 Şubat arasında başvurularını alacağız, sonra 11 Şubat’ta atamalarını açıklayacağız, herkes nereye atandığını öğrenecek; yani oryantasyon eğitimi bittikten sonra Eylül ayında nerede görevlerine başlayacaklarını 11 Şubat’ta biliyor olacaklar, sonra 15-18 Şubat tarihleri arasında atandıkları ilde mi, bulundukları ilde mi, bir başka il de mi bu oryantasyon eğitimine girmek istediklerine tercihlerini yapacaklar, biz 19 Şubat’ta da onları bu tercihleri doğrultusunda il emrine atayacağız.

 

İkinci yarıyıl boyunca oryantasyon eğitimiyle neyi kast ediyoruz, şunu kast ediyoruz: Daha önce biz zorunluluktan ötürü atanan öğretmenlerimizi Ağustos’ta ilan ediyorduk Eylül 15’de okullar açıldığı zaman; diyelim atandıkları okullara gidip derse giriyorlardı ve gittikleri ili belki ilk defa görüyorlar, atandıkları okulu ilk defa görüyorlar, ilk defa bir derse öğretmen olarak giriyorlar. Şimdi bu oryantasyon eğitimiyle 4 ay boyunca Mart, Nisan, Mayıs, Haziran ayları boyunca bir danışman öğretmen gözetiminde derslere gözlemci olarak girecekler. Danışman öğretmen kim? Meslekte en az 10 yılını tamamlamış, yani artık muallim olmuş öğretmenlerimizden birer danışman öğretmen tayin ediyoruz her yeni aday öğretmen arkadaşımıza. Onların gözetiminde yine duayen öğretmenlerin, meslekte tecrübeli öğretmenlerin derslerine girecekler gözlemci olarak. Ama illa kendi branşlarının derslerine girmeyecekler, yani diyelim bir ilkokul öğretmeni, sınıf öğretmeni aynı zamanda ortaokuldaki bir fen bilgisi dersine de girecek, lisede ki bir meslek dersine de girecek değişik okul türlerinde, değişik derslere de girip tecrübeli hocalar bu dersleri nasıl anlatıyorlar, sınıf içi stratejileri nasıl bunları gözlemlemiş olacaklar.

 

İl emrine atandıktan sonra maaşlarını almaya başlayacaklar, yani oryantasyon eğitim süresince maaşlarını da alacaklar.

 

Bunu özellikle vurguluyorum, çünkü biz Meclis’e kadro talebinde bulunurken son yasada Meclis’ten çıkan son kadro talebimizle ilgili yasa 12 bin 500 talebimiz vardı, bazı dedikodular döndürüldü o arada 30 bin dediler, ama bakın Meclis’ten 12 bin 500 kadro alıyorlar demek ki azaltacaklar gibi dedikodular bile yapıldı. Hâlbuki bizim 30 bine tamamlamak için 12 bin 500 kadroya daha ihtiyacımız vardı. Daha önce emekli olanların kadroları elimizde zaten onun üzerine 12 bin 500 daha ilave edince 30 bin atamayı yapabilir duruma geldik.”

 

Eş durumu atamaları

“Onunla ilgili yaptığımız düzenlemeyi ilgili arkadaşlarımız biliyorlar, ama bir kere daha açıklayayım. Önce nerede, hangi branşta ne kadar norm eksiğimiz var, hangi okulda, hangi branşta norm açığımız var onları ilan ediyoruz. Eş durumu tayini isteyecek olanlar o norm eksiğine göre başvuruda bulunacaklar, yani eskisi gibi ihtiyacımız olmadığı halde diyelim Ankara’da o branşta öğretmen ihtiyacımız yok, ama eş durumundan o arkadaşımız gelecek ve bir derse de giremeyecek çünkü ihtiyaç yok. Ne olacak? İşte il emrinde derse girmeden öyle bir şey yok.

 

Daha önce vardı elimizde birikmiş. Gerçi o öğretmen arkadaşlarımıza da biz farklı farklı alanlarda yine değerlendirmeye çalışıyoruz, ama aslolan her öğretmenin kendi branşında bir norm kadroda görevini yapmasıdır aslolan budur, bunu sağlamaya çalışıyoruz bu düzenlemeyle.

 

Türkiye’nin her yerinde doluluk oranı yüzde 90’ları buldu her yerinde. Dolayısıyla, bir yerde hiç öğretmen yok veya çok az öğretmen var, ama bir yerde de çok fazla öğretmen var bu dengesizlik şu anda söz konusu değil. Fazla olan yerler var, evet ama ortalama olarak Türkiye’nin her yerinde Doğu ve Güneydoğu illeri de dahil olmak üzere her yerinde doluluk oranımız ortalaması Türkiye ortalamasıyla aynıdır, hatta bazı Güneydoğu illerimizdeki öğretmen doluluk oranı, bazı Orta Anadolu illerimizden bile yukarıda olabilir bazılarında, bazı branşlarda özellikle. Fakat şu tarafı doğru söylediğinizin: Bazı illerimize Doğu’da, Güneydoğu’da ve bazı semtlerimize İstanbul’da da bazı semtlere veya Eskişehir’in de mesela bir ilçesinde orada da öğretmen sirkülasyonu çok fazla olabiliyor, yani oraya giden öğretmenlerimizde diyelim bir sene sonra hemen oradan ayrılmak istiyorlar, tayin istiyorlar filan. Şimdi evet biz onları geçmişte de, bugünde yapıyoruz, önümüzdeki Ağustos ayındaki eş durumu, özür durumu tayinlerinde de yine şartları tutanlardan ayrılanlar olabilecek, ama yerine mutlaka birini göndermek üzere, yani orası boş kalmıyor. O yüzden zaten yeni aldığımız öğretmen arkadaşların büyük bir bölümünü bu tür sirkülasyonu fazla olan yerlere göndermek zorunda kalıyoruz. Orası boşaldığı için yeni aldığımız arkadaşlarımızı…

 

Pek çok yerde norm eksiğimiz olan İstanbul’da da mesela norm eksiğimiz var. Tabi atama bu 30 binin tamamı Doğu’ya, Güneydoğu’ya gidecek değil, Türkiye’nin 81 vilayetinde norm durumuna göre dağılımları yapılacak, yapılıyor. Yani illere göre değişebiliyor, ama ben ortalamayı söyleyeyim yüzde 85’in üzerinde her yerde.”

 

“Görevine son verdiğimiz ve savcılığa suç duyurusunda bulunduğumuz 71 sahte diplomalı kişi var”

“Şu anda 71 belirlediğimiz ve görevine son verdiğimiz ve savcılığa suç duyurusunda bulunduğumuz 71 sahte diplomalı öğretmen belirledik.

 

Aslında birçoğu diploma şöyle: Diyelim fizik öğretmeni A üniversitesinden fizik öğretmenliği bölümünden mezun olmuş diploması var gerçekten. Fakat biliyor ki veya çete biliyor ki bu atama döneminde fizik öğretmenliği alanında çok az alım yapılacak. Buna mukabil daha çok ihtiyaç duyulan, daha çok açık olan mesela özel öğretim öğretmenliği orada daha çok ihtiyacımız var buna açığımız daha fazla olduğu için oraya daha çok kontenjan ayırıyoruz. O zaman bu fizik öğretmenliği diplomasını sahte bir diplomayla değiştirip özel öğretim öğretmenliği diploması haline getiren bir çete. O da özel öğretim diplomasıyla müracaat ediyor ve özel öğretim öğretmeni olarak atanmış. Bu daha önce sorgulama şöyle yapılıyormuş geçmişte: Yani çok şüpheli durumlarda diploma nereden verilmiş? Diyelim ki, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinden, oraya soruyorsunuz ‘evet benim böyle bir mezun öğrencim var’ diyor, ama bölümünü o da söylemiyor, siz de sormazsanız aslında oradan mezun olmuş ama o bu branşın öğretmeni değil sahtekarlıklar büyük ölçüde böyle. Bunların içinde hiç öğretmen olmadığı halde yani herhangi bir diploması olmadığı halde sahte sıfırdan sahte üretilmiş diploma yok 71’in içinde bunlar bölüm sahtekarlığı yaparak, yani bölümünü değiştirmiş gibi yaparak veya farklı bölümden mezun olmuş gibi bir diploma üreterek müracaat etmiş onlar.

 

Görevine son veriyoruz, suç duyurusunda bulunuyoruz, bunun 2 yılla, 5 yıl arasında değişen hapis cezası var. İşte aldığı bütün maaşları ödemek zorunda faiziyle filan öyle ağır şeyi var. Ben bunu özellikle bugünlerde vurgulama ihtiyacı duymamamızın bir sebebi de işte 30 bin öğretmen ataması yapacağız yine bu çete bu tür şeylere kalkışabilir, bazı öğretmen adayları da böyle bir ivaya, baştan çıkarmaya kapılabilirler dikkatli olsunlar, katiyen böyle bir yola tevessül etmesinler diye bunu özellikle açıkladık. Şu anda savcılıklarda bu 71 diğer bütün diplomalarda ayrıca, yani KPSS sınavının başladığı 98 yılından itibaren alınmış olan bütün diplomaları da peyderpey elden geçiriyoruz, geçireceğiz ve onun çalışmalarını yapıyoruz.

 

Ben bu vesileyle bizim bu konularla ilgili rehberlik birimimize ve genel müdürümüze ve bütün müfettişlerimize özellikle çok teşekkür ediyorum. Gerçekten zor bir araştırmaydı, ortaya çıkarmakta, sonuçlandırmakta, şu anda yaptıkları çalışmalarda aynı şekilde onlara çok teşekkür ediyorum.

 

Şubat’ta eş durumu ataması

“Şubat ayında yapılacak eş durumu atamaları sadece geçerli mazereti olan ve müracaat ettiği ilde norm olan boş kadro olan öğretmenlerimiz için yapılabilecek, il emrine atama yapmayacağız. Şubat’ta aldığımız yeni arkadaşlarımızı o gelenlerin yerine gönderemiyoruz, onları oryantasyon eğitimine alacağız.

 

Müfredat dediğimiz şey hangi okulda, hangi eğitim kademesinde anaokulunda, ilkokulda, ortaokulda, lisede, değişik lise türlerinde, Anadolu lisesinde, fen lisesinde, sosyal bilimler lisesinde, meslek eğitim liselerinde, meslek ve teknik liselerde hangi dersler nasıl okutulacak müfredat bu.

 

Dolayısıyla, bu işle kim uğraşıyor? Talim Terbiye Kurulu ve bizim eğitim öğretimden sorumlu genel müdürlüklerimiz yani Temel Eğitim Genel Müdürlüğümüz, Ortaöğretim Genel Müdürlüğümüz. Temel Eğitim Genel Müdürlüğümüz anaokulları, ilkokullar ve ortaokullardan sorumlu. Ortaöğretim dediğimiz Genel Müdürlükte bütün lise düzeyindeki okullarımızdan sorumlu. Buralarda okutulan, okutulacak olan dersler ve bu derslerin programları nasıl hazırlanacak, hangi kazanımlar için öğrencileri bu dersler verilecek bunları Talim Terbiye Kuruluyla işte bu eğitim öğretimle ilgili birimlerimiz kararlaştırıyorlar. Bu her dersle ilgili bir program hazırlanıyor önce o program bu ders şu konuları içerecek, her bir konu anlatılırken de öğrencinin şunları kazanması hedeflenecek ona kazanımlar diyoruz.

 

Programlar belli olduktan sonra bunların kitapları yazılıyor. Gerek Millî Eğitim Bakanlığı, gerekse özel sektör, yayıncılar bu programlar doğrultusunda ders kitapları hazırlıyorlar, sonra bu ders kitapları panel dediğimiz dersin o dersin öğretmenlerinden oluşan, ama kimsenin kimliğini, açık kimliğini bilmediği yüzlerce, binlerce öğretmene online olarak dağıtılıyor bilgisayar ortamında. Görüşlerini bildiriyorlar, ama inceledikleri kitabın kime ait olduğunu, kim tarafından hazırlandığın filan bilmeden.

 

Sonra oradan geçenler değişik yani hem anlatım olarak, hem konuya uygunlu olarak, hem görsel malzeme olarak her bakımdan bir ders kitabında bulunması gereken kriterleri bunlar zaten dağıtılmış oluyor daha önce panel üyelerine o kriterler açısından gözden geçirildikten sonra panelden geçer notu alanlar tekrar Talim Terbiye Kurulunda kurulan komisyonlardan bir daha elden geçiriliyor, sonra Talim Terbiye Kuruluna son hali geliyor ve böylece okutula bilirlik kazanıyor.”

 

Meslek liselerinde 120-200’e yakın ayrı ders okutuluyor

“Şimdi böyle bizim yüzlerce dersimiz var yüzlerce yani diyelim meslek liselerinde 120-200’e yakın ayrı ders okutuluyor, liselerimizde aynı şekilde, imam hatip liselerimiz var, fen liselerimiz var, sosyal bilimlerimiz var, bir de seçmeli derslerimiz var. Seçmeli ders önerebilirler mesela çok birçok eğitimcinin bile bilmediği bir şey okullarımız, özellikle özel okullar programlarını müfredatını hazırlayıp Talim Terbiye Kuruluna sunmak şartıyla farklı ders, seçmeli ders önerilerinde de bulunabilirler, bulunuyorlar da zaten. Onları Talim Terbiye Kurulu inceliyor, evet böyle bir dersi bu programda düşünebiliriz veya yapabilirsiniz kararını veriyor. Dolayısıyla, bununla ilgili bugüne kadar çok benden önceki bakan arkadaşlarımın da yaptığı çalışmalarla pek çok dersin müfredatı değiştirildi. Ne yönde değiştirildi? Bir defa kazanımların çok fazla olduğunu görüyoruz.

 

Yani çocuklarımızdan aslında öğretmenlerimizin yetiştiremeyeceği kadar çok şeyi öğretmelerini ve öğrenmelerini bekliyoruz. Onun için bunları makul bir seviyeye getirmemiz gerektiğini, bu kazanımların birbirlerini tamamlayıcı nitelikte olması gerektiğini, bir derste alınan bir kazanımın bir başka derste tekrar edilmemesi gerektiğini, yani bu tür mükerrer uygulamalardan kaçınacak şekilde bir bütünlük içerisinde bunlar elden geçiriliyor. Bu dediğim gibi yeni başlayan bir süreçte değil, bundan sonra daha da hızlanarak gidecek.”

 

“Eğitimde analitik düşüncenin önemi”

“Ezberci bir eğitim sistemi modeli var deniyor. Bu çok yaygın bir klişe, değil aslında ezberci. Aslında şunu da söyleyeyim: Ezber o kadar kötü bir şeyde değildir, şimdi ben bunu söyleyince gene kıyamet kopacak, ama ezber dediğim yani dilde ezberlenen bir şeydir, yani çocuk kelimeleri ezberleyerek ana dilini öğrenir, yabancı dil yine ezberle öğrenilir.

 

Analitik düşünce, araştırma, sorgulama ama bütün bunları yapabilmeniz için sizin bir birikiminizin oluşması gerekir zihinde bir birikimin oluşması gerekir. O birikimi oluşturan zihinsel melekemizde hafızamızdır, yani hafıza öyle hor görülecek bir meleke değil, tam tersine mümkünse olabildiğince genişletilmesi, geliştirilmesi, ama beri yandan oradaki birikimin analitik, zihinsel enstrümanlarla da kullanılabilir hale gelmesi eğitimin amacı da bu zaten.

 

Şunu söylüyor yani bu eleştiride bulunanlar onlara da haksızlık etmeyelim şunu söylemiş oluyorlar: Yani çocuk için aslında faslını bilmeden sadece birtakım formülleri ezberleyerek, o formülde diyelim bir fizik formülünden söz ediyorsak o formüldeki değişkenlerin ne anlama geldiğini, aralarında nasıl bir ilişki geldiğini.

 

Oradan başlayarak bunu niye öğreniyoruz, sonra bu öğrendiğimiz şey aslında gerçekte neye tekabül ediyor? Bunlar arasındaki ilişki öyle değil de, şöyle olsa ne olurdu gibi sorgulamaları hani analitik düşünce dediğimiz sorgulamaları yapmadan sadece öğretildiği şekilde ve işte testte böyle bir soru çıktığı zaman hemen ezberlenmiş olan o formülü oraya tatbik edip otomatik bir cevabı alıp oraya işaretlemek biçiminde yapılan eğitim uygulamalarını eleştirmek için söylüyorlar bunda haklılar.”

“Öğrencilerin kolay anlayacağı, oyun gibi öğrenecekleri bir matematik kitabı”

“Ben Ali Nesin Bey’den önce -kusura bakmasın- ben bunu böyle bitmeden kamuoyunun tartışmaya açması onu da rahatsız etmiş olabileceğini tahmin ediyorum, ama iyi de oldu tartışılsın. Ali Bey de zaten söylemesi gerekenleri söyledi. Neyi niçin yaptığını, ne amaçladığını çok güzel anlattı. Şimdi Ali Nesin benim üniversiteden birlikte çalıştığım, sevdiğim, saydığım ve matematik konusunda, matematik eğitimi konusunda sadece matematikçileri değerlendirebilecek durumda değilim o ayrı bir alan, ama matematik eğitimi konusunda gayretlerini bildiğim, işte açtığı matematik köyünde pek çok farklı düzeydeki çocuklarımıza matematiği sevdirmek için neler yaptığını bildiğim bir arkadaşım, bir bilim adamı.

 

Öteden beri zaten o da Türkiye’deki matematik eğitimin çok verimli olmadığını, matematiğin böyle öğretilmemesi gerektiğini, matematiğin bu eğitimle, bu yöntemlerle matematiğin çocukların gözünde korkutucu bir imgesi oluştuğunu, halbuki kendisini mesela matematik köyündeki uygulamalarda pekala çocukların ne kadar matematiğe farklı bir anlatımla ısındırılabildiğini gördüğünü falan söyleyen ve benimde buna şahit olduğum bir uygulamanın içinden konuşuyor. Şimdi Ali Bey’in söylediği şu bence de doğru: Bu konuda herkes için standart bir kitap, yani bütün lise 1’ler şu matematik kitabını okuyacak, imam hatiptekilerde, meslek liselerindekilerde, Anadolu liselerindekilerde, sosyal bilimler liselerindekilerde, matematiğe ilgi duyan çocuklarda, duymayan çocuklarda hepsi aynı kitap üzerinden. Böyle bir kitap yazılamaz diyor, evet yazılamaz böyle bir tarih kitabı da yazılamaz.

 

Zaten bizim 4+4+4 uygulamasıyla getirmek istediğimiz anlayış her çocuğun hangi alanda özel bir yeteneği olduğunu, ona özel bir ilgisi olduğunu olabildiğince erken yaşta keşfedip çocuğa o kulvarda yollar açmak, o kulvarda daha iyi koşmasını sağlamak, diğer kulvarlarda da ona fazla yüklenmemek. Yani şimdi iyi bir eğitim düzeninde hangi çocuğun matematik alanına daha çok ilgi duyduğu veya o konuda daha yetenekli olduğunu keşfetmek birtakım testlerle de mümkündür, iyi bir öğretmen zaten onu fark eder. Dolayısıyla, sizin vardır, benim yoktur, ama benimde tarihe ilgim vardır. Eğer bu zamanında keşfedilirse liseye geçtiğimiz zaman diyelim ortaokul belli bir sınıfında lise de, lisedeki özellikle branşlaşmalarda size daha çok matematik dersi daha az tarih, bana daha çok tarih daha az matematik verilebilir. Dolayısıyla, siz daha çok sevdiğiniz bir konuda daha derinleşmiş, daha çok ilgiyle, daha çok severek bir şeyle ilgilenmiş olursunuz, ben de kendi sevdiğim alanda, daha yetenekli olduğum alanda daha güzel çalışmış olurum. Ali Bey’in de söylediği matematik eğitimiyle ilgili olarak da söylediği bu genel olarak zaten sadece matematik için değil, başka alanlar içinde geçerli. Şimdi bu nereden çıktı onu da söyleyeyim de, Ali Bey’e de bunu izah etmiş olayım, yani ben bun böyle bir müjde filan veya işte bir şey olarak duyurmadım. Bir televizyon programından sonra arkadaşlarla sohbet ediyorduk orada bir kitaptan bahsettim ben televizyon programında sonra sohbet sırasında Aşk ve Matematik diye bir kitap. O kitapta yine bir Frenkel diye bir matematikçi tarafından yazılmış bir kitap çok da güzel bir kitap Türkçeye de çevrilmiş. Ben onu bir İngilizce kitap dergisinde tanıtımını görünce Ali Bey’e mesaj attım böyle bir kitap çevrilmiş diye o da bana mesaj gönderdi o çevrilmiş değil, böyle bir kitap çıkmış diye.

 

Amerika’da böyle bir kitap çıkmış diye ona haber vermek için mesaj attım, o da bana döndü dedi ki, ya o kitap çevrildi Türkçeye, hatta yazarda geçen hafta Türkiye’deydi dedi. Ben de ona dedim ki ya keşke bunu sen bana söyleseydin yani kitap çevrildi falan diye böyle bir konuşma oldu. Bunları konuşunca oradaki arkadaşlarda gazetecilik damarları kabarmış. Sonra şeyi de söyledim Ali Bey’e niye bunu gönderdim? Çünkü Ali Bey, böyle bir çalışma içinde inşallah güzel bir örnek kitap. Ben şimdi sadece Ali Bey’den değil, başka arkadaşlarımdan da, başka bilim insanlarından da… Örnek, tarih eğitimini eleştiren tarihçiler var…”

 

Bizim tarih inkılâp tarihi dersiyle bitiyor

“Buna benzer eleştirilerde bulunan tarihçi arkadaşlarıma ben diyorum ki, tamam çok güzel haklısın, hemen bana örnek bir eğer kitap yazabiliyorsan yaz, ama yok kitap yazamıyorsanız nasıl bir kitap öneriyorsunuz? Yani siz yazmayabilirsiniz, ama diyebilirsiniz ki bence ideal bir tarih kitabında şu konular olmalı ve şöyle işlenmeli bunu bir tarihçi söyleyebilmeli, söyleyebilir. Kendisi ders kitabı yazmak istemeyebilir, yazamayabilir ders kitabı yazmak ayrı bir sanattır. Yani hakikaten çok iyi matematikçi olabilirsiniz, ama size bir ortaokul matematik dersine soksam belki çok kötü öğretmenlik sergilersiniz. Veya bir kitap yazmanızı, bir konuyu yazmanızı istesem yazamayabilirsiniz bu ayrı bir sanattır öğretmenlik, aynı zamanda bir sanattır sadece bilgiyle yapılan bir iş değildir. Çok iyi bilebilirsiniz tarihi çok yemiş yutmuş bir tarihçi olabilirsiniz, ama siz tarih dersi anlatamayabilirsiniz bu da bir kusur değildir. Yaparsanız meziyettir de, yapamıyor olmanız sizin tarihteki derin bilgilerini temelsiz olduğunu göstermez o ayrı bir sanat.”

 

EBA Eğitim Bilişim Ağı

“Biz bütün bilim adamlarımıza, üniversitelerimizdeki arkadaşlarımıza, öğretmenlerimize öğretmenler de çok güzel kitap yazabilirler. Öğretmenlerimize bu konuda ki bütün önerilerini bizimle paylaşmalarını istiyoruz, bunun için de bir zaten bir platformumuz var EBA Eğitim Bilişim Ağı EBA eba.gov.tr. Öğretmenlere açık olan yerler var, öğrencilere açık olan yerler var, birde genele açık olan yerler. Buruya öğretmenlerimiz mesela, kendilerinin anlattığı bir dersi değişik bir anlatım tarzını yüklüyorlar, işte kan dolaşımını anlatan bir öğretmenimiz mesela oraya çocukları bahçeye çıkarmış, yere bir kan dolaşımı şeması çizmiş kireçle kırmızı giyen çocuklar temiz kan olarak dolaşıyorlar, mavi giyen çocuklar kirli kan olarak dolaşıyorlar, köşede bir grup öğrenci de kalp olmuş onlar da boyuna kan pompalıyorlar. Şimdi böyle öğrenen bir çocuk bu kan dolaşımını unutmaz, ben unutmuyorum mesela oradan anladım ben kan dolaşımının nasıl olduğunu. Şimdi öğretmenlerimizin de bu tür öğretim tekniklerini paylaşabilecekleri, bazen kitap olarak da tasarlayabilecekleri şeyleri yükleyebilecekleri bir ortamımız var EBA.

 

Veya şunu da: Velilerimizden de yani sadece yazmak, yapmak anlamında da değil, eleştirebilirlerdi. Kitaba bakar bu o kitapta yanlış anlatılıyor veya böyle anlatılmasa da şöyle anlatılsa daha iyi olur da diyebilirler.

 

“Tarih kitaplarında değişiklikler yapmamız gerektiğine dair çok ciddi öneriler geliyor”

“Tabi orada siyasi tercihler rol oynamıştır, yani Türkiye her zaman böyle değildi. Bilseydim bu soruyu soracağınızı size şimdi bir dönem Talim Terbiye’de…

 

Beyaz kitap olarak adlandırılan Atatürkçülük ve Eğitim diye bir kitap var mesela. Hangi dersin Atatürkçülük açısından müzik dersinde mesela nasıl Atatürkçü bir müzik dersi nasıl yapılır, Atatürkçü bir matematik dersi nasıl yapılır?

 

Dolayısıyla, Türkiye çok farklı yerlerden geliyor onun için zaten biz bu kadar geniş bir katılımla bu işleri yapmak istiyoruz. Çünkü şeffaf olduğu zaman, açık olduğu zaman herkesin katılımı ve denetimine açık olduğu zaman bu tür yanlışlıklar veya saçmalıklar olmaz, yani bu tür şeyler ancak gizli kapaklı ortamlarda yapılır. Hâlbuki biz bütün bakın sadece müfredatla ilgili değil, bir dersin programı vesairesi hazırlandığı zaman onu ilan ediyoruz Talim Terbiye Kurulu kendi web sayfasında Millî Eğitim Bakanlığının web sayfasında bunlar öğretmenlerimizin, eğitimcilerimizin, öğrencilerimizin, velilerimizin görüşlerine açılıyor. Sadece onlar da değil, biz yani bütün yönetmeliklerimize de web sayfamızda yönetmelik taslaklarını önce ilan ediyoruz, eleştirileri alıyoruz. Bazen bizim masa başında görmediğimiz birçok şeyi öğretmenlerimiz veya okul müdürlerimiz, yöneticilerimiz veya velilerimiz, hatta öğrencilerimiz bizi uyarıyorlar o taslağı ona göre değiştirebiliyoruz, bunu yapıyoruz.

 

Hatırlamıyorum. Matematik kitaplarında olduğunu Ali Bey’in uyarılarından biliyorum.

 

Tarih kitaplarından mesela tarih kitaplarında sizin söylediğiniz de dâhil olmak üzere tarih kitaplarımızda ne tür değişiklikler yapmamız gerektiğine dair çok ciddi öneriler geliyor. Onları da dikkate alıyoruz.

Her dersle ilgili bu tür düzenlemeleri yapmamız gerekiyor bakın sadece tarih, coğrafya filan değil. Yani beden eğitimi diye bir ders var böyle bir saat, iki saatte beden eğitimi olur mu?  Müzik eğitimi mesela…

 

Siz de, ben de müzik eğitimi gördük Türkiye’de gördük, ama ikimiz baştan sonra hiç teklemeden sözlerini hatırlayabildiği, söyleyebileceği hani sesimiz iyi olmayabilir, ama en azından bir başkası sesi güzel olanlar söylerken onların yanında mırıldanacak kadar aşina olduğumuz, baştan sona bildiğimiz bir şarkı olabilir mi ortak bir şarkımız? Yok. Türkümüz var mı? Yok. Birlikte dinleyebileceğimiz ve dinlediğimiz zaman da aa bu filanca bestekârımızın filanca bestesi işte filanca makamdan filan böyle bir şey diyecek durumda mıyız aldığımız müzik eğitimiyle? Değiliz. Senfoni ile konçerto arasında ne fark var? Yani sadece hani kendi müziğimizle ilgili yabancı müzikle buralarda…

 

Sorunların var. Bunların hepsi ama bu tabi boyacı küpü de değil bugünden yarına hemen bazen öyle şeyler de geliyor, ya işte gelecek sene bunları değiştirelim, yani o kadar da kolay değil.

 

“Öğrencilerimizin dershaneye gitmeden başarılı olduklarını herkes gördü”

Şimdi bununla ilgili çok genel şeyler söylediğimiz zaman bile ertesi gün gazetelerde üniversite giriş sınavları değişiyordan başlayıp, Millî Eğitim gene yazboz tahtası, işte YÖK filan bir sürü yakıştırmalar yapılıyor. Onun için ben şimdi kendi alanımızla, yani kendi yaptığımız işle sınır biz TEOG dediğimiz sınavlarla şunu yapmış olduk: Öğrencilerimiz okula devam ettikleri takdirde, derslerini izledikleri takdirde öğretmenlerinin verdiği, öğrettiği konuları takip ettikleri takdirde başarılı oluyorlar. …

 

Bunun için ayrıca dershaneye, tersaneye gitmelerine gerek olmadığını artık herkes görmüş oldu. Bu aynı zamanda şunu da sağladı: Öğretmenlerimiz de belli bir dönemde diyelim birinci yarıyılda şu şu şu konuları mutlaka işlemeleri gerektiğini, çünkü çocukların o konulardan, şu tarihte ortak sınava gireceklerini bu yazılı ortak sınav dediğimiz yazılı sınav aslında normal sizin, benim liselerde gördüğümüz sınav, ama onun tarihi belli Türkiye genelinde bir tarih var, o tarihte o çocuklar o derslerden sınava girecek. Bu ne demektir? Çocuklar sınava giriyor, ama aynı zamanda öğretmenlerimiz de sınava girmiş oluyor, çünkü öğretmenlerimiz de çocuklarının aldığı notlardan kendi başarılarını veya eksiklerini görme şansına kavuşuyorlar. Biz de Millî Eğitim Bakanlığı olarak şimdi birikimli bir biçimde her öğretmenimizin kendi öğrencilerine diyelim önümüzdeki 3-4 yıl içinde bu 4 yıl boyunca kaç öğrencisi ne kadar başarılı oldu, hangi konularda o öğretmenimizin öğrencileri başarısız görünüyor.

 

Tabi, bu aynı zamanda o öğretmenimizin performansına ilişkin bir veriyi bize sağlamış olacak. Bununla ne yapacağız bizde? Başarılı olan öğretmenlerimizi ödüllendirelim, başarısız olan veya belli konularda sistematik bir başarısızlığı görülen öğretmenlerimizi de o konularla ilgili olarak tekrar hizmet içi eğitime alalım, bunu sağlamış olacak yerleşti.

 

Bizim şu anda üniversiteler niye sınavla öğrenci alıyor? Çünkü bizim verdiğimiz lise diplomasının o çocuğun performansı hakkında yeterince kendilerini ikna edici bilgiler vermediğini düşünüyorlar. Yani siz bütün dersleriniz bizim verdiğimiz diplomada siz çok başarılı olabilirsiniz, ama üniversite buna güvenmiyor, haklı olarak güvenmiyor.”

 

“YÖK’ü yeniden biçimlendirecek çalışmamız var”

“Şimdi bütün bu konuları sağlıklı bir biçimde konuşabilmemiz için önce yükseköğretim düzenimizi yeniden Hükümet Programında da vaat edildiği üzere yeniden biçimlendirecek bir çalışmamız var, bütün yükseköğretim düzenimizi.

 

Evet, yükseköğrenim reformu, o reformun bir parçası mütemmim cüzü de tabi üniversitelerin kayıt kabul koşullarına gelecektir, ama şunu söylemem lazım hemen bunu söyledikten sonra hemen söyleyeyim ki yarın birtakım dezenformatik spekülasyonlar olmasın: Bu bugünden yarına, yani şu anda 12. sınıfta olan, 11. sınıfta olan öğrencilerimizin, 10. sınıfta olan öğrencilerimizin üniversiteye girişlerini etkileyecek bir değişiklik olmaz. O öğrencilerimiz mevcut düzen içerisinde üniversite sınavlarına liselerde hazırlanıyorlar şu anda, onlar için şok edici, böyle sürpriz bir gelişme olmaz.

 

Hayır şu olur: Liseye giren bir öğrenci 4 sene sonra nasıl bir üniversite giriş sınavından geçeceğini bilerek girer liseye girerken lisedeyken.”

 

4 milyon 5 bin öğrencimiz takviye kurslarına devam ediyor

“Şu anda bizim bütün okullarımızda açtığımız, hafta sonlarında açtığımız destek kursları, takviye kursları büyük bir rağbet görüyor bunlar ücretsiz kurslardır, artık insanlar çocuklarına paralar ödeyerek, dershanelere filan gönderme ihtiyacını duymuyorlar. Hafta sonlarında eğer bir çocuğumuz illa bir dersten, birkaç dersten takviye almak istiyorsa hafta sonlarında okullarımız da açtığınız kurslar var, ücretsiz kurslar bunlar şu anda 4,5 milyon öğrencimiz bu kurslara devam ediyor.

 

Geçen sene 2 milyon 300 bin öğrencimiz bu kurslara devam etmişti ilk uygulama yılında, bu sene 4,5 milyon öğrencimiz devam ediyor. Ve işte şimdi yeni açıklanan TEOG sonuçlarını siz de gördüğünüz, bazılarını haber de yaptınız birçok öğrencimiz de takviye kurslarına bile gelmeden gayet güzel başarılı oldular. Bu hani işte TEOG sınavlarındaki dediğim o eğer öğrenci sınıfa gidiyorsa, devamsızlık yapmıyorsa o yüzden devamsızlık sınırını da düşürmüştük. Yani devamsızlık yapmıyorsa dersini takip ediyorsa, öğretmende müfredatı günü gününe işliyorsa o çocuklarımız için bir problem olmuyor.”

 

“Eğitim fakülteleri ihtiyacından çok formasyon dersi açıyor”

“Biz YÖK’e önümüzdeki yıllarda ne kadar hangi branştan öğretmene ihtiyacımız olduğunu bildiriyoruz. Fakat bu yıl maalesef yine eğitim fakülteleri, birçok eğitim fakültesi ihtiyacının da ötesinde formasyon dersi açıyorlar. Formasyon eğitimi almak mutlaka öğretmen olarak atanacağı anlamına gelmiyor.”

 

“Organize sanayi bölgelerinde mesleki ve teknik liseler açtık”

“Mesleki teknik eğitimin sorunu ayrı, o başından beri bizim en öncelikli konularımızdan biriydi, yine Hükümet Programında da bu sektörle, eğitim arasındaki uyumun sağlanmasına dönük tedbirler olarak yaptığımız işler var, yapacağımız işler var. Yaptıklarımızdan bir tanesi bunun pilot uygulaması çok başarılı oldu, organize sanayi bölgelerinde açtığımız mesleki ve teknik liseler var. Organize ve sanayi bölgelerinde açınca orada okuyan çocuklarımız sektörün istediği konularda ve sektörün kendi şeylerinde stajlarını yaparak, yani güncellenmiş teknolojik bilgilerle donanmış olarak okullarında okuyor ve mezun oluyorlar, olacaklar. Biz bu okullarımızda okuyan her öğrencimiz başına öğrenci başına buraları organize sanayi bölgelerinin yönetimiyle birlikte işletiyoruz, müfredatlarını birlikte oluşturuyoruz ve öğrenci başına da 4500 lirayla, 6500 arasında değişen ücret ödüyoruz okullara. Şimdi bunların sayısı 22, 100’e tamamlamaya çalışıyoruz, daha da yaygınlaşacak. Ayrıca sadece bizim açtığımız organize sanayi bölgelerinde açtığımız bu okullarla da yetinmiyoruz, şimdi özel sektörün de bu tür okullar açması halinde oralara da aynı şekilde teşvikleri vermek istiyoruz, bu konuda da sektörden de ciddi bir talep var sektörde bu işin farkında, biz de farkındayız.”

 

Bütçenin 8 milyar 300 milyonu mesleki ve teknik eğitime

“Bakın bu konudaki yani farkındalığımızı gösteren somut bir örnek bütçe rakamlarıyla vereyim, 2002 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nın toplam bütçesi 7,5 milyar liraydı 2002 yılında, yani AK Parti iktidar gelmeden bir yıl önce 7,5 milyar liraydı, mesleki ve teknik eğitime ayrılan para da 750 milyon liraydı. Şimdi geçen yıl 72 milyarlık Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin 8 milyar 300 milyon lirası mesleki ve teknik eğitime ayrılmıştır.

 

Yani geçen yıl mesleki ve teknik eğitime ayrılan para 8 milyar 300 milyon lira, 2002’deki bütün Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden daha fazla. Benden önceki bakan arkadaşların da o konudaki kamusal duyarlılığı arttırmak için pek çok şey yaptılar, ben de Bakan olduğumdan beri bütün ders yılı açılışlarını ve kapanışlarını meslek liselerinde yapmaya çalıştım. Niye?

 

Yani hem oralar kamuoyu tarafından bilinsin. Çok güzel işler yapılıyor, bizim meslek ve teknik liselerimizde, atölyelerimizde, işliklerimizde çok güzel işler yapılıyor, ama maalesef kamuoyu oradan nasıl bir eğitim verildiğini çok iyi bilmiyor. Ha pek çok okulumuzun atölyelerindeki donanım eskimiş olabilir, var böyle, bunları da hızla yenilemeye çalışıyoruz, ama bunun için de işte sektörle bizim çok yakın işbirliği içinde olmamız gerekiyor. Bu konuda 4 ay önce İstanbul Sanayi Odası’yla bir protokol imzaladık, Ankara Sanayi Odası’nın zaten açtığı okul var, onlarla birlikte de çalışıyoruz, TOBB’la bu konuda görüşmelerimiz devam ediyor. Bütün meslek alanlarında ilgili sektörle işbirliği halinde eğitimin kalitesini arttırmak, böylece oradan mezun olacak çocuklarımızın istihdam edilebilirlik şansını yükseltmek istiyoruz.

 

Bununla da sınırlı değil, o dediğim yükseköğrenim reformunun içerisinde onun ayrılmaz parçalarından bir tanesi de meslek yüksekokulları. Dolayısıyla, onların da bu yeni düzenleme içerisinde farklı bir statüyle tam da bu amaca yönelik olarak, istihdam edilebilir, nitelikli mezun verme amacına yönelik olarak yeniden yapılandırılması öngörülüyor, bununla ilgili çalışmaları da yürütüyoruz.”

 

17 milyon 535 bin 236 öğrenciye karne

“17 milyon 535 bin 236 öğrenciye karne vereceğiz toplamda, 60 bin 381 okulda karne vereceğiz. Ben şimdiden karne alacak bütün öğrencilerimize iyi bir tatil diliyorum, öğretmenlerimize iyi bir tatil diliyorum.”

 

“Eğitimi aksamış olan öğrencilerimizin devamsızlıklarını saymayacağız”

“Bu arada eğitimi aksamış olan çocuklarımız da merak etmesinler, onlarla ilgili yaptığımız bir düzenlemeyi de bir kere daha buradan söyleyeyim, o eksik kalmasın. Onların devamsızlıklarını saymıyoruz, yani zorunlu olarak sokağa çıkma yasağı olduğu için Silopi’de, Cizre’de, Dargeçit’te, İdil’de devamsızlık yapmak zorunda kalmış olan, terör örgütü yüzünden okullarına gidememiş olan öğrencilerimizin devamsızlıklarını saymayacağız, onlar devamlı öğrenci gibi olacak. Hatta iki yazılı yapılması gerekiyor yönetmeliğe göre, yapılmamışsa onların bir yazılısını da yine saymış olacağız. Yani onları mağdur etmeyecek düzenlemeleri de yaptık, onu da genelgemizde illere bildirdik zaten.

 

Velilerimizden rica ediyorum, çocukları yormasınlar, kendilerini de yormasınlar, sadece çocukları değil kendilerini de yormasınlar. Biz işimizi yapıyoruz. Biz onların yerine yorulmaya devam edeceğiz, onlar yorulmasınlar.”

MEB © - Tüm Hakları Saklıdır. Gizlilik, Kullanım ve Telif Hakları bildiriminde belirtilen kurallar çerçevesinde hizmet sunulmaktadır.